Milliyetçilik: Sosyalist ve İslami Perspektiften Eleştiri
Ali Muhammed Nakavi’nin İslam ve Milliyetçilik adlı eseri, milliyetçilik olgusunun içsel boşluğunu ve insanlık üzerindeki etkilerini derinlemesine inceleyen bir çalışmadır. Bu makalede, Nakavi’nin fikirlerinden hareketle, milliyetçiliğin neden boş bir ideoloji olduğu, doğuştan kazanılan özelliklerin övülmesinin ahlaki ve toplumsal bir tutarsızlık yarattığı tartışılacak; ayrıca milliyetçiliğin İslam ve sosyalizm bağlamında nasıl eleştirilebileceği ele alınacaktır.
Milliyetçilik: Doğuştan Gelen Özelliklerin İdeolojik Araçsallaştırılması
Milliyetçilik, bireylerin doğuştan kazandıkları dil, kültür, etnisite ve coğrafi aidiyet gibi özellikleri temel alarak bir üstünlük ya da ayrıcalık iddiası taşır. Oysa, bu özellikler bireylerin iradesine bağlı olmayan, dolayısıyla övgü veya yerilmeye açık olmayan unsurlardır. Nakavi’ye göre, doğuştan gelen bir özelliği övmenin arkasında rasyonel bir temel bulunmamaktadır; bu durum, ahlaki bir yanılsamaya işaret eder. Çünkü övülen ya da yüceltilen özellik, kişisel çabanın veya ahlaki erdemin ürünü değildir.
Benzer şekilde, sosyalist düşünce de milliyetçiliği eleştirirken, bireylerin emek ve üretim ilişkilerindeki rollerini merkeze alır. Sosyalist bakış açısıyla, insanın değeri, hangi milletten ya da etnik gruptan geldiğiyle değil, topluma yaptığı katkıyla ölçülmelidir. Milliyetçilik ise bu katkıları gölgeleyerek bireyleri yapay kategorilere ayırır ve emekçi sınıflar arasında yapay bölünmeler yaratır.
Milliyetçiliğin Boşluğu: Sosyalist Eleştiri
Milliyetçiliğin bir diğer temel sorunu, insanları homojen bir kimlik altında toplama çabasıdır. Ancak bu kimlik, tarihsel olarak daima egemen sınıflar tarafından belirlenmiş ve emekçi kitlelerin çıkarlarına aykırı şekilde kullanılmıştır. Karl Marx ve Friedrich Engels’in de belirttiği gibi, burjuva milliyetçiliği, proletaryayı bölmek ve işçi sınıfının birliğini engellemek için bir araçtır. Ulusal bayraklar altında birleşme çağrıları, aslında egemen sınıfların çıkarlarını koruma çabasından ibarettir.
Ali Muhammed Nakavi’nin İslam’a dayalı eleştirisi de benzer bir noktaya işaret eder. Nakavi’ye göre, İslam’ın evrensel mesajı, insanları kavimlere ve milletlere ayırmayı değil, birleştirmeyi hedefler. Kur’an’da “Sizi milletlere ve kabilelere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız” (Hucurât, 49:13) ayeti, bu ayrımın bir üstünlük sebebi olmadığını açıkça ortaya koyar. Oysa milliyetçilik, bu ayrımları yapay bir üstünlük temelinde yeniden üretir.
İslam ve Milliyetçilik: Çelişkiler ve Paralellikler
İslam, evrensel bir ahlak sistemi önerirken, milliyetçilik bireyleri belirli bir coğrafi ve etnik sınırla tanımlar. Ancak Nakavi’nin de işaret ettiği gibi, İslam’ın tarih boyunca siyasal kullanımları, milliyetçilikle benzer bir araçsallaştırmayı doğurmuştur. Örneğin, modern İslam toplumlarında, ulusal kimlikler dini kimlikle iç içe geçirilmiş ve dinin evrensel mesajı ulusal çıkarlar için daraltılmıştır. Bu durum, milliyetçiliğin ve İslam’ın belirli yönlerden birbirine benzer işlevler üstlendiğini gösterir: Her ikisi de insanları bir “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden kategorize eder.
Ancak İslam, milliyetçiliğin aksine, bu ayrımları aşmayı hedefler. Örneğin, İslam’da ümmet kavramı, sınırları aşan bir toplumsal dayanışmayı ifade eder. Milliyetçilik ise bu dayanışmayı ulusal sınırlarla kısıtlayarak insanları birbirine yabancılaştırır. Bu bağlamda, sosyalist düşünceyle İslam arasında bir paralellik kurulabilir. Her iki sistem de insanlığın birliğini ve eşitliğini vurgular; milliyetçilik ise bu birliği bozan bir unsur olarak ele alınır.
Sonuç
Ali Muhammed Nakavi’nin milliyetçilik eleştirisi, bu ideolojinin ahlaki ve toplumsal temellerinin zayıflığını gözler önüne serer. Doğuştan gelen özelliklerin övülmesi, bireyin iradesine ve emeğine dayanmayan bir üstünlük iddiası taşıdığı için temelsizdir. Sosyalist perspektiften bakıldığında ise milliyetçilik, sınıfsal sömürüyü gizleyen bir araçtır ve emekçi sınıflar arasındaki birliği zayıflatır.
İslam ve sosyalizm, farklı temellere dayansa da, milliyetçiliğe karşı ortak bir duruş sergiler: İnsanların eşitliğini ve evrensel dayanışmayı savunurlar. Bu bakış açısıyla, milliyetçiliğin boş bir ideoloji olduğunu vurgulamak, hem ahlaki hem de toplumsal bir sorumluluktur. İnsanlığın ortak değerleri, yapay ayrımlarla değil, evrensel bir dayanışma anlayışıyla yüceltilmelidir.