Kemalizm ve Bonapartizm: Türkiye’de Bürokratik Tahakküm, Sınıf Mücadelesinin Bastırılması ve Milli Burjuvazinin İmali


 

Özet:

Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem Kemalist yapılanmasını tarihsel materyalizm ve Bonapartizm kavramları çerçevesinde ele almaktadır. Kemalist ideoloji, sınıflarüstü ve uzlaştırıcı söylemi altında otoriter bir rejim inşa ederken, işçi sınıfının örgütlenmesini ve sınıf mücadelesini sistematik olarak bastırmış; devlet aygıtını sermaye birikiminin ve yeni milli burjuvazinin yeniden üretilmesinde etkin bir araç haline getirmiştir. Makalede, CHP’nin devletle bütünleşmesi, bürokratik elitizmin iması, işçi sınıfı üzerindeki baskı, faşizan eğilimler ile önde gelen sermaye gruplarının devlet eliyle nasıl imal edildiği detaylı olarak incelenmektedir.

Giriş ve Kuramsal Çerçeve

Tarihsel materyalizm, devletin sınıfsal mücadelelerin bir ürünü olduğunu savunur. Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı eserinde ortaya koyduğu Bonapartizm, devrim sonrası dönemde sınıflar arasında ortaya çıkan denge boşluklarını, “sınıflarüstü” bir figür aracılığıyla dolduran otoriter yapılar olarak tanımlar (Marx, 1852). Bu yaklaşıma göre, bonapartist lider görünürde bütün sınıfları temsil ederken, gerçekte burjuvazinin çıkarlarını yansıtır.

Kemalist rejim de benzer biçimde, Türkiye’nin modernleşme sürecinde ortaya çıkan sınıf boşluğunu devlet aygıtı vasıtasıyla dolduran bir yapı olarak değerlendirilebilir. Antonio Gramsci’nin “pasif devrim” kavramı, mevcut düzenin radikal dönüşümü yerine, üst yapıdaki reformlarla sınıf tahakkümünün yeniden üretilmesini açıklamada yararlı bir çerçeve sunar (Gramsci, 1971). Bu makalede, Kemalizm’in otoriter yönü, CHP’nin devletle bütünleşmesi, işçi sınıfının örgütlenmesinin engellenmesi ve devlet eliyle milli burjuvazinin iması sosyalist literatür ışığında incelenmektedir.


1. Kemalist Rejimin Bonapartist Doğası

Kemalizm, halk arasında sınıflarüstü bir kurtarıcı figür olarak sunulsa da, Marx’ın Bonapartizm tanımındaki gibi, bu figür aslında burjuvazinin çıkarlarını korumak ve yeniden üretmek amacı taşımaktadır. Mustafa Kemal’in karizmatik otoritesi, halk iradesi adı altında meşruiyet kazandırılsa da, bu otorite aynı zamanda sınıflar arası mücadeleyi bastırmaya yönelik stratejik bir araçtır.

Gramsci’nin hegemonya kavramı ile Weber’in “karizmatik otorite” tanımı, Kemalist liderliğin, geleneksel siyasal mücadeleleri askıya alıp, halkın iradesini temsil ettiği iddiası üzerinden otoritesini pekiştirdiğini göstermektedir (Weber, 1947). Bu durum, Türkiye’de henüz gelişmemiş olan burjuva sınıfının boşluğunu devlet eliyle doldurmak için kullanılan ideolojik bir maske işlevi görmüştür.


2. Bürokratik Elitizm ve Parti-Devlet Sentezi

Kemalist dönemde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), klasik anlamda bir siyasi parti olmanın ötesine geçerek devletin doğrudan uzantısı hâline gelmiştir. CHP’nin anayasal düzenin ötesinde bir kural setiyle işletilmesi; il başkanlarının, valilik makamlarına atanması, genel sekreterin içişleri bakanlığına eşzamanlı olarak getirilmesi gibi uygulamalar, devletin tüm kuvvetlerini tek elde toplamaya yönelik bir modelin somut göstergeleridir.

Carl Schmitt’in “egemen, istisna halinde karar verendir” tanımı, bu yapıyı açıklamada faydalı olabilir (Schmitt, 1922). Ayrıca, Max Weber’in karizmatik otoriteye dayalı liderlik modeli, Kemalist liderliğin devlete kattığı otoriteyi anlamamızda yardımcı olur. Böylece, CHP’nin devletle bütünleşmesi, yalnızca meşruiyetin değil, aynı zamanda sınıfsal tahakkümün de kurumsallaşması anlamına gelmiştir (Zürcher, 2004).


3. İşçi Sınıfı ve Sınıf Mücadelesinin Bastırılması

Türkiye’de 1920’lerden itibaren işçi sınıfının örgütlenme çabaları, 1923 sonrası Kemalist rejim tarafından sistematik olarak bastırılmıştır. 1923 İzmir İktisat Kongresi, işçi taleplerini geri plana atarak “millî iktisat” söylemi altında sınıflar arası uzlaşı sağlama çabalarının en belirgin örneklerinden biridir (Boratav, 1982).

Bu strateji, sosyalist literatürde “sınıf uzlaştırmacılığı” olarak tanımlanan bir yaklaşımdır. İşçi sendikalarının, grevlerin ve toplu eylemlerin yasaklanması, işçi sınıfının devrimci potansiyelini körelterek, burjuvazinin ve sermaye çıkarlarının korunmasına hizmet etmiştir. Poulantzas’ın devletin göreli özerkliği teorisi, burada devletin görünürde farklı sınıfların çıkarlarına hitap ettiği, ancak özünde hakim sınıfın çıkarlarının yeniden üretimini sağladığını göstermektedir (Poulantzas, 1978).


4. Faşizan Eğilimler ve Muhalefetin Bastırılması

Kemalist rejimin uyguladığı İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükûn Kanunu, Dersim harekâtı gibi politikalar, rejimin otoriter ve faşizan yönlerini gözler önüne sermektedir. Bu uygulamalar, Gramsci’nin hegemonya ve zor aygıtı kavramlarıyla da açıklanabilir. Halkın rızası yerine, zor kullanımı ve baskı mekanizmaları ile devletin bekası sağlanmış; siyasal çoğulculuk uzun yıllar kısıtlanmıştır (Koçak, 1990).

Bu dönemde muhalif partilerin kurulması ve kapatılması, devletin sınıfsal ve ideolojik kontrolünü pekiştirmiş; farklı görüşlerin sahada rekabet etmesi yerine, merkezi otoritenin hegemonyası altına alınmıştır.


5. Kemalist Burjuvazisinin İmali: Sermaye Sınıfının Doğuşu ve Devlet Eliyle Sermaye Birikimi

Kemalist rejim, Osmanlı’nın mirası olan ticari burjuvaziden farklı olarak, milli ve Müslüman kimliğe sahip yeni bir burjuvazi yaratma hedefi gütmüştür. Bu süreçte devlet, girişimcilik ve sanayileşme faaliyetlerini doğrudan yönlendirerek, modern Türkiye’nin sermaye sınıfını imal etmiştir.

5.1 İzmir İktisat Kongresi ve Sınıf İşbirliği Söylemi

1923 İzmir İktisat Kongresi’nde, işçi sınıfının taleplerinden ziyade, üretim ve kalkınma odaklı politikaların benimsenmesiyle sınıflar arası “uzlaşma” sağlanmak istenmiştir. Ancak bu uzlaşma, işçi taleplerinin sistematik olarak geri plana atılmasına ve burjuva çıkarlarının önceliklendirilmesine hizmet etmiştir (Boratav, 1982).

5.2 İş Bankası ve Celal Bayar Üzerinden Sermayenin Kurumsallaşması

1924’te kurulan Türkiye İş Bankası, Kemalist burjuvazisinin devlet eliyle imalinin en somut örneklerinden biridir. Kurucusu ve kurucu kadrosundan biri olan Celal Bayar, ilerleyen yıllarda başbakanlık makamına yükselerek devlet ile özel sektör arasında simbiyotik bir ilişki kurmuştur. İş Bankası, yalnızca finansman sağlamakla kalmamış; aynı zamanda sanayileşme politikaları çerçevesinde yeni girişimcilerin yetiştirilmesinde ve burjuvazi oluşumunda kilit rol oynamıştır (Keyder, 1987).

5.3 Kamu İktisadi Teşebbüsleri: Etibank, Sümerbank ve Diğerleri

1930’larda kurulan kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT’ler) – örneğin Etibank ve Sümerbank –, sanayi yatırımlarının devlet eliyle yönlendirilmesinde önemli araçlar olmuştur. Bu kuruluşlar, doğrudan kamu hizmeti verme amacının yanı sıra, üretimin ve sermaye birikiminin özel sektöre transferinde aracılık rolü üstlenmiştir. Tekstil, inşaat ve enerji sektörlerinde bu kurumların teşvik ettiği girişimler, zamanla devlet destekli özel sermayenin yükselmesine zemin hazırlamıştır.

5.4 İmtiyazlı Aileler ve Milli Burjuvazinin Oluşumu

1930’lar ve 1940’lar boyunca, CHP ile yakın ilişkiler kuran aileler – Koç, Eczacıbaşı, Sabancı gibi – devlet politikalarının sunduğu fırsatlarla öne çıkmış ve milli burjuvaziyi oluşturan temel aktörler haline gelmiştir. Vehbi Koç’un devlet ihaleleri ve tedarikçiliği üzerinden sermaye biriktirmesi, bu dönemin en belirgin örneklerinden biridir (Buğra, 1994). Bu aileler, devlet destekli sanayileşme ve ekonomik kalkınma politikalarının meyvesi olarak, ülkenin ekonomik yapısında kalıcı bir yer edinmişlerdir.


Sonuç

Kemalist rejim, modernleşme retoriği altında, otoriter bir yapı ve bonapartist stratejilerle inşa edilmiş; sınıfsal mücadeleyi bastırarak, işçi sınıfının örgütlenmesini engellemiş ve devlet aracılığıyla milli burjuvaziyi imal etmiştir. CHP’nin devletle bütünleşmesi, bürokratik elitizmin kurulması ve devlet destekli sanayileşme politikaları; Türkiye’deki sermaye sınıfının doğuşunda belirleyici rol oynamıştır. Sosyalist perspektiften bakıldığında, Kemalizm; halk için öngörülen demokrasi ve özgürlük söylemiyle örtüştürülen, gerçekte ise sınıf tahakkümünü derinleştiren, otoriter ve faşizan eğilimler barındıran bir rejim modelidir.

Bu analiz, Marx, Gramsci, Weber, Poulantzas ve diğer sosyalist kuramcıların kavramsal altyapısı kullanılarak gerçekleştirilmiş; Türkiye’nin modernleşme sürecinde devlet, ideoloji ve ekonomi arasındaki ilişkinin nasıl yeniden yapılandırıldığı gösterilmiştir. Kemalist modernleşmenin, işçi sınıfı ve emek örgütlenmesinin sistematik olarak bastırılması, aynı zamanda milli burjuvazinin devlet eliyle imal edilmesi şeklinde yorumlanması, günümüz Türkiye’sinin sınıfsal dinamiklerini anlamada da önemli ipuçları sunmaktadır.


Kaynakça

  • Althusser, L. (1971). Ideology and Ideological State Apparatuses. Monthly Review Press.

  • Boratav, K. (1982). Türkiye İktisat Tarihi 1908–1985. Gerçek Yayınevi.

  • Buğra, A. (1994). State and Business in Modern Turkey: A Comparative Study. State University of New York Press.

  • Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks. International Publishers.

  • Keyder, Ç. (1987). State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development. Verso.

  • Koçak, C. (1990). Türkiye’de Milli Şef Dönemi. İletişim Yayınları.

  • Marx, K. (1852). The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte.

  • Poulantzas, N. (1978). State, Power, Socialism. NLB.

  • Savran, S. (2002). Türkiye'de Sınıf Mücadeleleri Tarihi. Evrensel Basım Yayın.

  • Schmitt, C. (1922). Political Theology. MIT Press.

  • Weber, M. (1947). The Theory of Social and Economic Organization. Oxford University Press.

  • Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris.

  • Pamuk, Ş. (2008). Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

  • Toprak, B. (1981). Kemalizm ve Türkiye'de Modernleşme. Adam Yayınları.